Çocukluğum ve Annem

      Ne gerek var şimdi ne kadar saçma , benimle uçmaya karar verenlere ağırlık olmuşum, kurtulunca benden, uçmuşlar , gördüm. Gördüm hala çok güzeldi. Yanında olup ne güzel uçuyorsun demek isterdim. Benim onu takdir etmeye ihtiyacım varken onun benim tarafımdan takdir edilmeye, sevilmeye ihtiyacı yoktu. Öyle olacaktı zaten uçan birini sadece ben fark edemem. Uzun zamandır kararlıydım, unuttum onu diyecek kadar bile aklıma gelmiyordu. Hatta bir ara neyini seviyordum acaba diye düşünmeye başlamıştım. Geçenlerde aklıma geldi beni sevişini seviyordum, hatırladım. O sıralar beni kim o kadar sevse aşık olurdum.  Uzun zamandır hiçbir şey yapamıyorum, bunun sadece onunla ilgisi yok tabi, hayatın bu dengesiz tahterevallisinde ben yerle bir oldukça o havalara uçtu. Sayemde oldu demiyorum ama öyle bir ayrıldık ki ikimiz iki ayrı ucuna dünyanın, güneş bana batarken ona doğdu. Ne gerek vardı ne kadar saçma...
                                                         ***
     2008 senesinde hayatımı ve benliğimi köküne kadar değiştirecek bir kaç sınava girdim. O zamanlar hayatımda bu kadar önemli yer edeceğini bilmiyordum ama öyle olduğuna inandırıldığım için girdiğim tüm sınavları ciddiye alıyordum. Hepsinde başarılı olmak gibi saçma bir hedefim vardı. Bu dünyadaki sınavların hepsinde başarılı olursanız yaşamanın pek bir anlamı kalmıyor.  Galiba oradan kalan bir travmayla o seneden sonra hiç bir hayat sınavında başarılı olamadım. Uzatmaya ne gerek var şimdi ne kadar saçma. Hem konumuz bu değil. Konumuz hayatın bizi istemediğini fark etmemizle başlıyor. O zamanlar daha rüyalarımın bile farkında değildim.
      Ortaokul yıllarım, o zamandan kalan arkadaşlarımın hayatımda her zaman farklı bir yeri vardır.  Küçük yerlerde büyümenin doğal bir sonucu. Çocuk olmak bu dünyadaki en sevdiğim şeylerden biriydi büyüdükçe daha çok fark ettim bunu. Bir kanepe ve direksiyona benzer yuvarlak bir şeyle araba sahibi olabiliyorduk. O kanepeden arabalara binip nereye gitmek istiyorduk bilmiyorum sadece sürüyorduk. Şimdi de böyle bu, yoldan çıkmamak için çabalıyoruz nereye gittiğimizin bir önemi yok. Okul çağlarına gelmiştim annem anaokuluna gitmek isteyip istemediğimi sormuştu. O zamanlar böyle bir şeye neden benim karar vermemi istedi bilmiyorum. Gitmek istemedim, okulun kötü bir yer olduğunu düşünüyordum, ama araba sürdüğüm arkadaşlarımın hepsi gitmişti. Orada daha güzel oyuncakların olduğunu anlatıp duruyorlardı. Sonra çok ağladım anneme beni ana sınıfına göndersin diye ama havalar soğudu diye göndermedi. Bunları niye anlatıyorum bilmiyorum ama bence her şey böyle başladı. Eğitim hayatıma garip bir eksiklikle başlamıştım ve akranlarım kanepeden arabalara inanmamaya benden erken başladılar.  Sonraları nereye gidersem gideyim bir eksiklik hissettim, ya geç kaldım ya da hep çok erkendi. Ama anlatmak istediklerimin bunlarla alakası yok, geçelim!
Dördüncü sınıfa geçeceğim sıralarda taşınma mevzusu çıktı. Küçük ilçeden başka küçük bir ilçeye... Annem komşularla vedalaşıyordu, babam eşyalarla uğraşıyordu, ben kamyona bineceğim için heyecanlıydım. İşte bu yüzden çocuk olmayı çok seviyorum bir de ağlamak çok kolaydı, o yüzden. Taşındığımız mahallede benim yaşımda bir çocuğa abi demiştim, sonradan sınıf arkadaşı olduk. Ondan sonra yeni tanıştığım insanlara hep şüpheyle baktım nasıl seslensem diye düşündüm durdum. En sonunda bu kadar düşünmek yorduğu için yeni insanlarla tanışmayı bıraktım. Okula gitmemek için ağladım durdum annem hiç birini yemedi. Böyle böyle direnmeye başladım her şeye, tuvalete gitmemek için kıvranıp dururdum karnıma ağrılar girene kadar. Dertlerimi saymakla bitmez, bir köşe başı kumarında tüm sporcu kartlarımı kaybettim, mahalle maçında okul için yeni aldıkları ayakkabıyı patlattım, bisikletin zinciri çıkıp duruyordu yağlamak gerekiyordu belki de. Ama bunlar bölüm sonu canavarına giden yoldaki çerezler, bunlar kıyıya ilk ulaşan dalgalar, bunlar soğuk bir maratonun ilk nefes kesikleri, bunların konumuzla pek bir alakası yok, geçelim!
Lise yıllarını Ankara’da geçirdim. Çocukluk yılları bitmişti, çocukluktan arkadaşlarımın hepsinden uzakta yepyeni bir hayata başlıyordum. Yatılı okul, yaş on dört on beş, ilk gece battaniye altında ağlamalı ne yapıyorum lan ben burada demeli günler başladı. Sonradan öğrendim annem çantama askılık koymayı unuttuğu için ağlamış çok, nereden bulurum askılığı nereye koyarım elbiselerimi diye düşünüp durmuş. Askılık kantinde vardı aslında ama bunu anneme desem de ağlayacak başka bir şey bulurdu. Ben de nereden bir çıkış yolu bulurum diye düşünmeye başlamıştım. Ağlamayı o sene bıraktım, bir işe yaradığı yoktu. Ağlamanın yerine düşünmeye başladım düşündükçe ağlayasım geldi. Hepsi pekiyi devri de bitmişti, dersler en ağır silahlarıyla saldırıyordu. Sorularda sürekli ihmal ettiğimiz bir şeyler vardı ama bu hiçbir şeyi kolaylaştırmıyordu. Zamanla konuşmayı da bıraktım onun da bir işe yaradığı yoktu. Konuşmanın yerine de düşünmeye başladım düşündükçe susasım geldi bu sefer. Hayatla aramdaki çift taraflı anlaşmada bir çok istediğimden vazgeçmeye başladım böylelikle. Uyumak, yemek, düşünmek ve yettiği kadar umutla yaşamaya devam ettim. Umut lazım, umut az da olsa her zaman lazım. Evet hayır yerine belki demek lazım belki de. Geçmiş ve gelecek zamanda “belki”, geniş zamanda da  “bazen” kullanmaya başladığım zamanlar geldi. “Mutlu muydun?” , “Belki.”  “Mutlu musun?”, “Bazen.” “Mutlu olacak mısın?”, “Belki.” Çıkış yolununu yine çocukluğumdaki kanepeden arabalarda buldum, yoldan çıkmadan çok da sarsılmadan yola devam etmeye çalıştım. Bu yolun belkisi vardı çünkü yoksa yemişim arabasını da yolunu da. Ama anlatamıyorum, bunlar değil bilin istediklerim, geçelim lütfen.
Yılmaz Erdoğan, “soğuk ve şehirler arası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan” diyene kadar vazgeçmemiştim çocukluğumdan. Üniversite başladı sonra, kitaplar, müzikler, filmler, şiirler falan...  Bir de anlatmak istediğim tanıdık bir hikaye var. Biraz tahterevalliden, biraz ortaokuldan, biraz da ne gerek vardı ne kadar saçma. -Biraz daha brokoli?-  Pas hakkım doldu galiba ama geçmemiz lazım, buraları hep geçmemiz lazım, canım acıyor.  Yarım kalsın hikaye, çünkü yıllardır anlatmaya çalıştığım şey bu yarım kalmışlık, anlamaya çalıştığım.  Bundan sonrası hep yarım kalmışlık hep soru işareti.
Biz de yarım kalan ne varsa kağıda sarıp yaktık, duman oldu karıştı havaya. Artık üfleyince geçmiyor yaralar, derin derin içine çekmen lazım. Zaten en güzel filmler yarım kalanlar, en güzel kitaplar sonu belli olmayanlar. Eee ne oldu, şimdi nolacak dediğin zaman gerçek hikaye başlıyor, gerçek olan ne varsa o zaman başlıyor. Belki bu sefer...


Yorumlar

Popüler Yayınlar