İhtişamlı Şeyler
‘Olacak şeylerin ihtişamı insanları büyülemeye yeterdi!’; Dibe vurduğum o anda kendimi teselli etmek
için kelimeler ararken nedense bu salak cümle aklıma takılıp kalmıştı. Bir daha
düşündüm, ‘olacak şeylerin ihtişamı’. Ne anlamı vardı sanki, insanın insanı
öldürdüğü bu dünyada her şey güzel olamayacak kadar çürümüştü. Daldığım kuyudan
anılar çekip çıkarmaya başladım çünkü bu cümlenin çıktığı yer onu anlamlandırabilecek
tek yerdi. Kovadaki suya kafamı daldırdım; ‘Ağlamaktan önümü bile göremeyecek
vaziyetteyken –tabi bunda biraz alkolün de etkisi var- oturmuş yerdeki çimleri
sinirle yolup sağa sola fırlatıyorum. Orospu demek istiyorum ama diyemiyorum
sonuçta yaşanmışlıklar var; üzüntüler, sevinçler, kıskanışlar ve yalanlar… Kendimden utandığım zamanlardan birini daha
yaşıyorum sanırım.’ Daldığım kovadan sıçrayarak uyandım. Pişman değilim! Pişman
olunamayacak kadar değerliydi yaşadığımız her dakika.
Bir kova daha su çektim; ‘Buhardan gözlerim yanarken üstümde resmi kıyafetle banyoda sigara içiyorum. Yaslandığım duvarda çömelmekle oturmak arasında kararsız kalmış dumanların arasından tavanı kestirmeye çalışıyorum. Ne bok yediğim anlaşılmasın diye sıcak suyu açıp sigaradan ıslandığını farketmemiş halde birkaç nefes daha çekmeye çalışırken duvarları yumrukluyorum.’ Uyandım! Çekyatta yatıyordum, üzerimde battaniye. Çünkü amına kodumun evinde yıllardır misafir gibiydim; salonda, çekyatta yatardım ya da yerde. Ne bir yatağım ne bir dolabım ne de bana ait herhangi bir şey vardı. Bütün hayatım bavulun içinde bir köşede beni beklerdi. Kendimi yalnız hissetmemek için asla açmazdım o çekyatı, öyle kıvrılırdım olduğu gibi ve hep karşıdaki çekyatta yatardım. Çünkü saçma da olsa insanın alışkanlıkları olmalı ve o alışılmışlık duygusunun verdiği huzuru hissetmeli. Acaba sabah ezanına daha ne kadar var diye düşünürken pencereden vuran sokak lambasının o loş ışığında gözlerimi duvarda saatin olması gereken yere odakladım. Olmuyordu, ne kadar istesem de zamana hakim olamıyordum. Heralde telefonla aramın iyi olmadığı zamanlardan biriydi çünkü ortalarda gözükmüyordu o da. Zamanın belirsizliği içimi kemirip duruyordu çünkü saate bakmak benim için kontrolörlükten daha ziyade bir hastalıktı. Genelde yapacak acil bir işim ya da buluşacağım birileri olmazdı. -Öyleyse neden günde ‘ikiyüzkırkyedi’ kere saate bakıyordum hiç bilmiyorum. Halbuki bir kere bile kol saati takmaktan keyif almamışımdır. O salak amerikan filmlerinde insanların hep babalarından yadigar bir saatleri olur hiç çıkarmazlar onu bileklerinden. Hele bir kaybolsun ya da biri alsın of! Efsane dram basarlar. Babam bana kaç tane saat aldı ya da kendisininkini bıraktı mı hatırlamıyorum. Bir kere bile takmadım. Geçenlerde bir tanesini camın kenarında gördüm, sanırım dışarıyı seyretsin diye oraya bırakmıştım.- Acaba ‘on beş’ dakika geçmiş midir diye düşünerek bakışlarımı tekrar duvara yönlendirdim. Ama ilk baktığımda saatin kaç olduğunu öğrenemediysem ‘on beş’ dakika geçip geçmediğinin hiçbir önemi yoktu. ‘On beş’ dakikada karşımızdakini etkilememizi sağlayacak aptal kitapların yazıldığı bu zamanda her dakika altın değerindeydi ve benim çok zamanım vardı. -Ulan daha ‘on beş’ dakikanın kaç dakikada geçtiğini bile öğrenemiyorum nasıl etkiliyim karşımdakini nasıl tanıyayım, nasıl iyi izlenim bırakayım. Çok dağıttık konuyu kuyu, muyu, düşünceler falan hep bok oldu. Neyse...- Oturmuş boş boş ellerime bakıyor ve onları rahatsız edip duruyordum. Parmaklarımın kenarlarında kanlar birikene kadar fare gibi kemiriyor, biri kanamaya başladığındaysa öbürüne geçiyordum. Peçete bastırmak bile anlamsızdı artık, dünyadaki diğer anlamsız şeyler gibi. Tavana odaklanmış o hiç de güzel olmayan beyazlığı izlerken aklımdan geçen şeylerin içinde jilet,bilek ve banyo da vardı. Ama bu üçünü bir araya getirebilecek cesaret bende yoktu. Sabit bir düşüncede kalamıyordum, kafam hep başka yerlere gidiyordu ama onlar sanki hiçbir şey olmamış gibi tekrar beliriyorlardı zihnimde. Kendimi yataktan kalkıp banyoya doğru giderken hayal ediyordum.
Bir kova daha su çektim; ‘Buhardan gözlerim yanarken üstümde resmi kıyafetle banyoda sigara içiyorum. Yaslandığım duvarda çömelmekle oturmak arasında kararsız kalmış dumanların arasından tavanı kestirmeye çalışıyorum. Ne bok yediğim anlaşılmasın diye sıcak suyu açıp sigaradan ıslandığını farketmemiş halde birkaç nefes daha çekmeye çalışırken duvarları yumrukluyorum.’ Uyandım! Çekyatta yatıyordum, üzerimde battaniye. Çünkü amına kodumun evinde yıllardır misafir gibiydim; salonda, çekyatta yatardım ya da yerde. Ne bir yatağım ne bir dolabım ne de bana ait herhangi bir şey vardı. Bütün hayatım bavulun içinde bir köşede beni beklerdi. Kendimi yalnız hissetmemek için asla açmazdım o çekyatı, öyle kıvrılırdım olduğu gibi ve hep karşıdaki çekyatta yatardım. Çünkü saçma da olsa insanın alışkanlıkları olmalı ve o alışılmışlık duygusunun verdiği huzuru hissetmeli. Acaba sabah ezanına daha ne kadar var diye düşünürken pencereden vuran sokak lambasının o loş ışığında gözlerimi duvarda saatin olması gereken yere odakladım. Olmuyordu, ne kadar istesem de zamana hakim olamıyordum. Heralde telefonla aramın iyi olmadığı zamanlardan biriydi çünkü ortalarda gözükmüyordu o da. Zamanın belirsizliği içimi kemirip duruyordu çünkü saate bakmak benim için kontrolörlükten daha ziyade bir hastalıktı. Genelde yapacak acil bir işim ya da buluşacağım birileri olmazdı. -Öyleyse neden günde ‘ikiyüzkırkyedi’ kere saate bakıyordum hiç bilmiyorum. Halbuki bir kere bile kol saati takmaktan keyif almamışımdır. O salak amerikan filmlerinde insanların hep babalarından yadigar bir saatleri olur hiç çıkarmazlar onu bileklerinden. Hele bir kaybolsun ya da biri alsın of! Efsane dram basarlar. Babam bana kaç tane saat aldı ya da kendisininkini bıraktı mı hatırlamıyorum. Bir kere bile takmadım. Geçenlerde bir tanesini camın kenarında gördüm, sanırım dışarıyı seyretsin diye oraya bırakmıştım.- Acaba ‘on beş’ dakika geçmiş midir diye düşünerek bakışlarımı tekrar duvara yönlendirdim. Ama ilk baktığımda saatin kaç olduğunu öğrenemediysem ‘on beş’ dakika geçip geçmediğinin hiçbir önemi yoktu. ‘On beş’ dakikada karşımızdakini etkilememizi sağlayacak aptal kitapların yazıldığı bu zamanda her dakika altın değerindeydi ve benim çok zamanım vardı. -Ulan daha ‘on beş’ dakikanın kaç dakikada geçtiğini bile öğrenemiyorum nasıl etkiliyim karşımdakini nasıl tanıyayım, nasıl iyi izlenim bırakayım. Çok dağıttık konuyu kuyu, muyu, düşünceler falan hep bok oldu. Neyse...- Oturmuş boş boş ellerime bakıyor ve onları rahatsız edip duruyordum. Parmaklarımın kenarlarında kanlar birikene kadar fare gibi kemiriyor, biri kanamaya başladığındaysa öbürüne geçiyordum. Peçete bastırmak bile anlamsızdı artık, dünyadaki diğer anlamsız şeyler gibi. Tavana odaklanmış o hiç de güzel olmayan beyazlığı izlerken aklımdan geçen şeylerin içinde jilet,bilek ve banyo da vardı. Ama bu üçünü bir araya getirebilecek cesaret bende yoktu. Sabit bir düşüncede kalamıyordum, kafam hep başka yerlere gidiyordu ama onlar sanki hiçbir şey olmamış gibi tekrar beliriyorlardı zihnimde. Kendimi yataktan kalkıp banyoya doğru giderken hayal ediyordum.
Kalktım, odadan dışarı çıktım, mutfakta annem kuran
okuyordu, su içip yatağıma ve düşüncelerime geri döndüm.
Kalktım, odadan dışarı çıktım koridoru geçip ablamın
odasının önünde durdum. Hep üstünü açardı uyurken, odaya girdim, üstünü örttüm. Mutfağa geçip su içtim
yatağıma ve düşüncelerime geri döndüm.
Kalktım, odadan dışarı çıkayım derken serçe parmağımı
sehpanın köşesine vurdum küfür ederek yatağıma ve düşüncelerime geri döndüm.
Kalktım, ‘mickeymouse’lu pofuduk terliklerimi giydim insan
bu şekilde ölmeye mi gider AMK diye düşünerek yatağıma ve düşüncelerime geri
döndüm.
Kalktım, terlikleri kaldırıp annemin çiçeklerinin arkasına
doğru salladım, annem çiçeklerine bir şey olduğunu hissetmiş gibi bir anda odaya girdi.
‘Bir şeyim yok su içip yatacam’ dedim.
-annem vampir gibi bu saatlerde uyanık olmasa her şey daha kolay
olurdu.- Su içip yatağıma ve düşüncelerime
geri döndüm.
Kalktım, odadan dışarı çıktım koridoru geçip banyoya
girdim. Dolapları kurcalayıp jilet aramaya başladım, çamaşır makinesinin üstünde
ay yıldızın içiınde kırmızı gözünden bana bakan yüzüğümü gördüm, onu da alıp
çıktım. Yatağıma ve düşüncelerime geri döndüm.
Kalktım, banyoya girdim en üst rafta tozlu bır tıraş bıçağı
buldum. Kırıp içinden jileti çıkardım ve pijamalarla birlikte küvetin içine
uzandım. Duşakabin olsaydı daha çok zorlanırdım diye düşünürken kollarımı
sıyırdım. Jileti sağ bileğimin bir santim kadar üstünde tutarken ne zaman
‘şimdi tam zamanı’ diye düşünerek ‘start’ duğmesine basmalıyım onu merak
ediyordum. Cevap gelmemişti, birazcık daha beklemeye karar verdim. Ne yapmaya çalıştığımı
bile hatırlayamayınca küvetten çıktım. Yatağıma ve düşüncelerime geri döndüm.
Kalktım, odadan dışarı çıkmaya falan yeltenmedim. Işığı
açtım, ‘01:07’ daha vaktim var diye düşünerek yatağıma ve düşüncelerime geri
döndüm. - Acaba cidden
az önce ‘on beş’ dakika geçmiş miydi? Kabaca bir hesapla bu şekilde sabahı
bulmam aylarımı alacaktı. Önemi yok yeterince vaktim var. Nasıl olsa hala
yapacak acil bır işim yoktu veya birisiyle buluşmayacaktım ve nasıl olsa bu
amına koyduğumun hayatında ölmeyi bile beceremeyecek kadar korkağım.- Güneş
doğduktan sonra bir iki saat daha yatağın içinde bekleyecek, sonra sanki
uyumuşum gibi gözlerimi ovuştura ovuştura ‘kahvaltı için sana ne hazırlıyım?’
sorusunu sormak için hazır bekleyen annemin yanından geçerek balkona sigara içmeye
çıkacaktım. Ağzımın içi düşüncelerden dolayı çamura bulanmışken onların üstüne
bir de tütün zerk edecektim ve her dumanda keyif alarak rahatlıyormuş gibi
yapmaya çalışacaktım. Bu aklıma yeni bir şey getirmişti; acaba kendime zehir mi
zerk etseydim? Şimdiyse karşımızda büyük bir sorun daha vardı. Hangisi daha
acılı olur diye düşünmek ve hangi zaman dilimine ait olduğunu bilmediğim bir
‘on beş’ dakikamı daha götürecekti. Kafamın içinde ise bu birkaç güne tekabül
etmekteydi. -Önemli değil nasıl olsa vaktim var, çok vaktim var anasını sikim o
kadar çok vaktim var ki geçmiyor…-
Kalktım, kaydet tuşuna bastım, çarpıya tıkladım ve ekranı indirdim,
sikerim ihtişamını! Yatağıma ve
düşüncelerime geri dönmeliyim.
11.03.2017/Matola
Yorumlar
Yorum Gönder