DİKKAT!! Bu anı ölüm içerir!!
Birbirinin aynı rüyalar... Kan, ter, gözyaşı ve bir miktar
güzel günler umuduyla harmanlanmış drama sahnesi perdeyi kapatmış, ışıkları
açmak için seyircinin salonu terketmesini bekliyor. Seyirci, oyuncu, yazar and
the others…
On dakika kala uyanıp, üniformamı giyip, sallana sallana
sınıf katının yolunu tutmuştum. Birinin elinden alarak ilaç niyetine izmaritin
dibine iki nefes kökledim. Hazır mıyız? Eğleniyor muyuz? Bilmiyorum ama yeni
bir gün başlamıştı. En arkadaki sırama oturdum, yoklama boyunca uykuya direnen
yaşlı gözlerle etrafı seyrettim. Yeni bir yarış… POĞAÇA SAVAŞLARI CHAPTER ONE…
Tam güzel güzel poğaçanı, çayını alırsın ikinci ısırığa erişmeye fırsat
kalmadan vakit dolar. Eee daha sigara içecektik. Risk almayı bu son beş
dakikalarda öğrendim ben. Bir de poğaçayla beraber sigara yemeyi ya da sigarayla
beraber poğaça içmeyi.
Gözlerimin çok hassas olduğundan bahsetmiş miydim? Bu gri
şehrin güneşi yaramıyor bana. Neyse bu sebepten perdeyi çektim, beremi sıraya
güzelce yaydım ve pozisyon aldım. Bütün şartlar elverişli, hava koşulları
normal, oksijen seviyesi uygun, “Şu camı bir açın AMK ya” diyen geri zekalılar
bertaraf edildi… Tabi bazen bütün şartlar uygunken bile uyuyamazsın. Fiziksel
değildir mesela mental bir sorun vardır ortada. Canını sıkan bir durum, bir
şahıs bazen de bir hatıra. Burada bunlara değinemeyeceğim maalesef çünkü bu anı
bir ölüm içeriyor, ciddi bir ölüm. Böyle durumlarda en iyisi hiç uyumaya bile
çalışmamaktır. O gün (ölüm günü) bu gibi sıkıntılardan muzdarip değildim ve
bahsettiğim gibi fiziksel koşullar da gayet uygundu. Ben de hazır pozisyondan
uyku haline geçiş yaptım sakin sakin.
Adam oturuşunu koydu
sıraya
Cebinden
çıkarıp yavaşça
Beresini
koydu sıraya
Atamadığı
düşünceleri vardı
Özenle
katlayıp koydu sıraya
İçilmiş
sigaraların kokularını aldı
Ehh
yaptı koydu
Olmuş,
olan, olacakları düşündü bir vakit
Sıra
gözetmeksizin
Koyuverdi
sıraya
Vücudunun
ağırlığını, kafasının asiliğini, gözkapaklarının öfkesini…
Biraz
huzur çıkardı içinden
Onu
da koydu sıraya
Cansever’lerden
Edip’i buldu önce
Sonra
dört ayaklıgillerden masasını
Yarı
utangaç yarı mahçup
Sıraya
koydu onları
Uykusunu
sersemliğini, sevincini sakinliğini tek tek…
Adam ….. koyuyordu
Sıra
bir iki çatırdadı
Sonra
koy dedi ulan koy
Koydu
adam
Güneş ışığı camlardan vuruyor. İyi de ben bu perdeleri
çekmiştim. Kafamı arkaya çevirdim. İsmini bilmediğim güzel bir kız Kubilay’la
konuşuyordu. Buna bağlamaya çalışıyor da diyebiliriz. Kubilay sarışın, uzun
boylu, mavi gözlü kızların hasta olduğu bir çocuk. “yhaa kubiş ama” sözleri on
saniyede bir kulağıma çalınıyor. Piç Kubi yüz vermiyor tabi, eliyle bisküvi
yedirmesine bile izin vermiyor kızın.
Ders başladı, resim. Kareli defterde kare çizemeyen biri
olarak resim dersi benim için hep kabus olmuştur. Sanırım bu da bir kabus.
Bütün resim ödevlerini yalvar yakar ablama yaptırırdım. Ooo ödev teslimi
yapılıyor. Herkesin elinde dürülmüş renkli kartonlar var. Ben benimkini nereye
soktum acaba. Listeden ismim okundu, “Ödevini getir!”. Dedim hocam nereye
soktuysam bulamadım halbuki yapmıştım. Yemedi tabi yemedi de bir anda
arkalardan gospel okumaya başladı bir kız. Noluyor falan demeye kalmadan tek
ağız moduna geçtiler. Sanırım bir tek ben bilmiyorum, mal gibi bakıyorum
etrafa. Kubilay ile başka iri bir çocuk beni kollarımdan tutup sınıftan dışarı
çıkardılar.
Sahne 2: Bir tabutun içindeyim. Gospel okunmaya devam
ediyor. Bağırmaya çalışıyorum ama olmuyor. O ufacık kutunun içinde omuzlarda
sallana sallana taşınıyorum. Ulan bir resim ödevi yapmadık diye insan canlı
canlı gömülür mü nedir yani. Sınıftaki herkes cenaze alayına katılmış, resim
hocası en önde liderlik ediyor. Sade bir binadan girildi. Yeni bir parçaya
geçildi. Ateşe doğru net adımlarla ilerleyen bir bandın üzerine konuldum. Yavaş
yavaş dev fırına doğru ileriyordum. İnsanların yüzlerinden ciddiyet okunuyordu.
Ulan buna ocak değil de başka bir şey deniyordu. Dünyada cehennemi yaşayacak ve
güzel güzel kızaracaktım belki iki üç parça kemiğim kalacaktı geriye. Yapacak
bir şey yok, tabuttan çıkamıyorum çivi çakmış şerefsizler. Hazırım dedim,
kabulleniyorum ölmeyi de keşke daha acısız bir yöntem seçselerdi. Neyse canım
zaten o bilmem kaç derecede beş saniyede falan ölürüm. Sonrası sessizlik,
huzur… Yolun sonuna geldik, kimseyle de
vedalaşamadık. Artık o ilk sıcaklığı henüz öldürmeyen sıcaklığı
hissedebiliyordum. Aha hatırladım krematoryum…
Bir gümbürtü ve ayaklanma oldu. Kafamı sıradan kaldırdım ama
ayağa kalkacak güç henüz bacaklarıma ulaşmamıştı. Zaten en arka sıradayım nasıl
olsa görmez hoca. Dikkat çekilmiş onun gürültüsüne uyanmıştım. Kendime gelmeye
çalışırken bacağımın üstüne bir şey düştü, korkuyla karışık irkildim. Sol
elimle tutup kaldırdım. Eee bu benim sağ kolum… Omzumdan parmak uçlarıma kadar
tamamen his yok çünkü son iki saattir kolumun üstüne malak gibi yatmışım. Sağ
kalan elimle mefta kolu kaptığım gibi ayağa fırladım, bastım feryadı..
HOCAAAAMMMM
KOLUM ÖLMÜÜÜŞŞŞŞŞŞŞ!!!!!!!
Yorumlar
Yorum Gönder