TEKTEKER
Televizyonu açar ve şu sahneyi görürüz: Camları içeriyi göstermeyen bir
limuzin, dış cephesi mavimtırak aynalarla kaplı bir gökdelenin önünde durur ve
limuzinin içinden aynalı gözlükler takmış takım elbiseli adamlar çıkar. Bu
adamların gözlerini göremeyiz. Fakat onlar bizim gözlerimizi görürler;
limuzinin içinde kim var bilemeyiz [bir arabanın camlarının aynalı olması,
dünyanın her yerinde özel izne tâbidir]. Fakat içeridekiler bizi teşhis
edebilirler; gökdelenin içinde neler döndüğü bizce meçhuldür. Fakat hazine
bakanıyla telefonda konuşmakta olan göbekli bir adam alnını cama dayamış bizi
seyrediyor olabilir; ekranda beliren bu sahnenin, bizim gereksindiğimiz bir
görüntü olduğu kararı, tek yönlü şeffaflıktan istifade etme lüksüne sahip
kişiler tarafından verilmiştir. Ekranlar, her şeyden önce görüş alanımızı
daraltmak üzere tasarlanmıştır. Aynalar [ve ekranlar] sağlamlığı
kırılganlığından ve yüzeyselliğinden ileri gelen birer kalkan ve/ya da barikat
işlevi görmektedir. Denetleyici güçlerin röntgenleme imkanı had safhaya
ulaşırken, denetlenenler otomatikman artmakta olan sefaletlerini seyreyleyip
dalgınlaşabilirler. Aynalı yüzeylere alerjisi olanlar yani aynalı barikatları
yıkma eğilimindeki kişiler ise dikizlenmeyi, manipule edilmeyi ve sömürülmeyi
reddediş biçimlerine göre yaftalanır, kirli sepetine atılırlar;
‘temizlenmeleri’ an meselesidir.
Murat
Menteş, Aynalı Barikatlar
[G Kişisi]
Yitirdi her şeyini;
özellikle de kağıtlara yazdığı umutlarını. Kağıtların halen cebinde olması da
şaşırtıcıydı aslında.
Halk otobüsünü gördü,
yolu izlediği kaldırımdan. Otobüsün içindeki insanlara baktı. Birbirleri
hakkında hiç bir fikri olmadan aynı yolda olan o insanlara. Sonra yola baktı, o
yola. Çıkardı cebinden kağıtları, yırtmak istedi hepsini bir bir.
Vazgeçti...
Umutlarını yazdığını
düşündüğü o kağıtlar boştu. Silinmişti hepsi, daha yırtmadan.
Yoldan geçen bir
Mercedes in tam filmli camından kendini gördü. Arabanın içindekini düşünmedi
bile; fikirlerinin içerdekini ilgilendirmediğini biliyordu çünkü. Yansıma her
şeyi anlatıyordu ona; bisikletle başladığı hayatına, tekerlekli sandalyeyle
devam ediyordu. Artık ne yol vardı, ne insanlar, ne de geçmesi gereken yaya
yolunun bir anlamı...
“Günaydın Abdullah”
dedi kilolu adam. Sonra, Abdullah’ın açtığı kapıdan makam aracına bindi. Her zamanki gibi, arka koltuğun sağ tarafına
oturdu. Oturunca göbeği sıkıştı kemerine
Ve yine çok yediğini düşündü…
Bu kemere bir delik daha açmak
lazım…
Kemerini gevşetti,
Kahvesini içerken haberleri okuyordu
bir yandan. Sonra gözü cama ilişti. Yaya yolunda karşıdan karşıya geçmeyi
bekleyen tekerlekli sandalyedeki zayıf çocuğu gördü. 2 gün once tanışmıştı o
çocukla,
Hatırladı…
Çocuğun bir maden
kazası gazisi olduğunu, hatırladı…
Sonra da önündeki
gazeteye geri döndü. Ne de olsa mavi kapak kampanyalarının yürütülmesine destek
çıkıyolardı, meclis grubu olarak. Hem bu durumdaki insanlar için uygun bir yasa
da çıkarmamışlar mıydı ne de olsa…
Gazeteki haberi
gördü, bugün bir sonuca varmamız gereken önemli bir devlet meselesi var dedi.
İndi, Şöför
Abdullah’ın açtığı kapıdan, yürümeye koyuldu meclise doğru, ne de olsa
arkasında koskoca bir milletin desteği vardı.
Oyladılar…
Nedense bu sefer
meclisteki hiç bir parti birbiriyle tartışmamıştı. Fikir ayrılığı bile yoktu.
İlginç…
Karar alındı:
Şunun bütçesi şu
kadar, bunun bütçesi de bu kadar, bir de milletvekilliği maaşına şu kadar zam.
Bu kararlar da hiç
bir siyasi görüşün önemi yoktu. Resmen mecliste bir bayram havası….
“Ülke
siyaseti bizim sayemizde gelişiyor” dedi…
“All animals are equal, but some animals are more equal than others.”
George Orwell, Animal Farm
Hakan Z.
07/04/2017 - Ankara
Yorumlar
Yorum Gönder